“Eşikten adımımı attığımda ev üzerime çullandı. Bu tuğla ve toz yığını hep aynısını yapıyor, kapıdan giren herkesin üzerine atlayıp nefessiz bırakana kadar karnını sıkıyor. Annem bu evin insanını dişlerini döktüğünü ve için kuruttuğunu söylerdi ama annem buradan gideli çok uzun zaman oldu, onu hatırlamıyorum. Öyle dediğini anneannem anlattığı için biliyorum, gerçi anlatmasa da olurdu, ben zaten farkındayım. Burada insanın dişleri, saçları, etleri dökülüyor ve gardını indirdiğin an oradan oraya sürünüyorsun ve yatağa girip bir daha asla kalkamaz hale geliyorsun”… İşte bu sözlerle başlıyor Madridli yazar Layla Martinez’in yazdığı ‘Tahta Kurdu’ isimli kitap.
HAYATININ KONTROLÜ KİMDE?
Tahta kurdu nedir, nasıl bir böcektir diye merak ediyorum. Araştırdığımda karşıma çıkan bilgi şu; ‘çoğunlukla serin ve rutubeti ikim şartlarında görülen, her türlü ağaç malzemeye dadanan ve verdikleri zarar çok sonra anlaşılan bir böcek türü.’
Aynı kitapta anlatılan öykü gibi, metinde mekan olarak anlatılan ev, anneanne ve torunu duygusal anlamda yutuyor. Aklı gidip gelen anneanne için bu pek sorun değil; zira büyükanne günlerini duvarların arkasında ve dolapların içinde yaşayan gölgelerle konuşarak geçiriyor.
Ama ya torun? Psikolojisi günden güne daha çok etkilenen torun, kitabın ilerleyen sayfalarda görüyoruz ki, Madrid’te iyi bir eğitim almak istiyor ama bir türlü gidemiyor, kıpırdayamıyor. Aslında başlangıçta denemiş ama olmayınca, yazgısından çıkamayacağını düşünmeye başlamış ve o öğretilmiş çaresizlik durumlarına öylesine alışmış ki bir iki denemeden sonra vazgeçmiş; zengin bir ailenin yanında işe girmiş ama yaşadığı bir olaylardan sonra evi bildiği yere geri dönmek zorunda kalmış. Kendi hayatının kontrolünü de eline almayan torun, şartlara, anneanneye ve kaderine öfkeli. Ancak evin tarihini çözerken, içinde yaşayan gölgelerin her zaman kendilerinden yana olduğunu fark etmeye başlıyor.
KURDUĞUMUZ İLİŞKİLER PARMAK İZİ GİBİDİR
Anneannenin zor hayatı, annesinin evden gizemli gidişi genç kahramanı bunaltıyor. Hatta görünmez bağlarla bağlı olduğu ev, kimi zaman bunaldığını vurgulasa da anneanneyle ilişkisi yer yer hayatını içinden çıkamayacağı kadar zorluyor. Kitaptaki kahramanlar isimsiz; anne, anneanne, torunun ismi yok! Ancak Azizler’in, komşuların (mesela Jarabolar) isimleri geçiyor, var olan bir dünyada silikleşen, yaşamını bile unutturmaya çalışan insanlar gibi…
‘Tahta Kurdu’nu okuyanlar ya da okuyacak olanlar aynı şeyi düşünür mü bilmem ama ben, her bir bireyin aile üyeleriyle ilişkisinin parmak izi gibi olduğunu düşündüm; hiçbir ilişkinin birbirine benzemediğini, her birinin kendi içinde bambaşka sırları, bağları ve bağlanmaları barındırdığını bazen bağların kopuk, bazense fazla güçlü olduğunun altını çizen bir kitap alt metinde.
İÇİNE FEMİNİZM BULAŞMIŞ KORKU HİKAYESİ
Kitabın türünü adlandırırken içine feminizm bulaşmış korku hikayesi demek doğru olur. Yazar sıklıkla çorak arazide kaybolan ev duvarlarından, yatakların altından yükselen seslerden, mutfağın damında beliren azizlerden, asla çözümlenemeyen kayıplardan söz ediyor.
Komşular, kitabın kahramanları olan anneanne ve torunu gündüz gözüyle reddediyor ama kimseye görünmeden de akşam hepsi yanlarına geliyor. Kitabın ortalarında toplumsal tabakalaşma, cinsiyet ayrımcılığı ve şiddet nedeniyle ortaya çıkan tortulaşmış bir öfke ve nefret hikayesi okuyucuyu karanlık, bazen de korkutucu bir gerçekliğin içine çekiyor. 20 ülkede 12 dile çevrilen ‘Tahta Kurdu’, bir evin içinde öğrenilmiş çaresizliğiyle hayatlarının derinine inenlerin de romanı. Yan Pasaj Yayınları’ndan çıkan kitap, kadın kimliği üzerinden karanlık bir metin okumak isteyenler için farklı ve iyi bir alternatif.